top of page

Ya Adalet Ya Sefalet

Ne Olacak Bu Memleketin Hali?

Türkiye yakın tarihin en derin buhranlarından birini yaşıyor. Enflasyon, işsizlik, kira ve barınma sıkıntısı insanların hayatının zehir ediyor. Bunlar yetmiyormuş gibi pandemi ile gelen sağlık krizi, doktorlara yönelik şiddet, tarihi ve doğal zenginliklere yönelik hoyratça saldırılar, her gün ayrı bir skandal olarak gündemimizde. Eğitime ise hiç girmiyorum; bu alan zaten sınav skandalından gelecekten ümidini kesmiş gençlere yıllardır kanayan derin bir yara. Bu tabloya bakınca ben de herkes gibi endişeleniyorum..

Bu satırlar Selçuk Şirin’in “Ya Adalet Ya Sefalet” kitabının önsözünün giriş cümleleri… Yazar, kitabının ilk satırlarında durum tespiti yapıyor ve soruyor: Ne olacak bu memleketin hali?

Bu kitap, ülkemizin temel sorunlarına çözüm bulmak için diyalog başlatmayı amaçlıyor. Yazar daha yaşanır bir Türkiye için 7 meseleye, 7 reçete öneriyor: İki soru ekseninde tartışmayı başlatıyor. Türkiye geçmişte meselelerini nasıl çözdü, bize benzeyen ülkeler benzer meselelere nasıl çözümler ürettiler? 

Ancak bu meseleleri çözmek için yola koyulmadan yolu açmamız ve tamamen temizlememiz yani adaleti tesis etmemiz gerekiyor. 

Toplumsal adaleti sağlamak sorunları ortadan kaldırmanın ön koşulu…

Yazar, ilk bölümde adalet olmayınca sefalet olduğunu veri ve analizlerle anlatıp sonraki bölümlerde 7 meselenin tarifine ve çözümüne geçiyor. 

Ya Adalet Ya Sefalet Kitap özeti ve İncelemesi

Ya Adalet Ya Sefalet  

Bu bölümde Yazar, hem bir akademisyen hem de bir toplum gözlemcisi olarak, adalet ve sefalet kavramları çerçevesinde çok sayıda veriyi analiz ederek Türkiye’ye ışık tutuyor. Kitap, adalet ve adalet duygusunun bir hayli gerilediğinin, toplumsal eşitsizliğin norm haline nasıl geldiğini ve nasıl bir yoksulluğun içine sürüklendiğimizin çarpıcı bir resmini çiziyor. 

10 yıl önce ilk 10 ekonomi hedefine koşan Türkiye’nin iyiye gitmediğini, ilk 20 ülke arasına bile giremediğini ve derin bir sefaletin yaşandığı ülkeler ligine düştüğünü vurgulayan Yazar, çarpıcı tespitlerine devam ediyor: 

  • 2002 yılında başlayan ekonomik kalkınma döneminin 2015 yılından itibaren düşüşe geçmesi,

  • Kişi Başına Düşen GSYH’nin 12.500 dolarlardan 9500 dolarlara (%30) düşmesi, insanların reel alım gücü bazında fakirleşmesi,

  • 1980’de dünya ekonomisinde %0.86 olan payının %0.67’ye düşmesi,

  • İşsizliğin iki haneyi, enflasyonun üç haneyi görmesi,

  • Hukukun Üstünlüğü Endeksi ile Yolsuzluk Endeksinde büyük düşüşler olması, Türkiye’nin dünyada yoksulluğun en hızlı yükseldiği üç ülkeden biri olması, 

  • Liyakatin tamamen ortadan kalkmış olması, yolsuzluk ve kayırmacılığın yayılması, 

  • Gelir dağılımının bozulması (Gini katsayısı 0,397), gelir adaletsizliğinin yükselmesi, orta sınıfın tamamen silinmesi,

  • Orta gelir tuzağına düşülmesi iyiye gitmediğimizi gösteriyor.

Yazar Daron Acemoğlu’na atıf yapıyor; kalkınmanın ön şartı hukukun üstünlüğü; diğer bir ifade ile bir kurallar toplumu olabilmek. Sosyal ve ekonomik refah ancak kapsayıcı kurum ve özgürlükle artıyor.

Adaletin ortadan kalkması diğer 7 meselenin de çözümünü imkansız hale getiriyor. Yani temel sorunları çözebilmek için atılması gereken ilk adım adaletin yeniden tesis edilmesi. Bunun içinde Yazar’ın haklı önerisi: Cumhuriyet dönemi reformlarına benzer yapısal reformlar yapılması.

7 Mesele 7 Reçete

1. İstihdam: İşsizlik Kader Olamaz

Maalesef devlet eğitimle işgücüne katılacak yurttaşlara gerekli becerileri kazandırmak, ekonomi politikalarıyla istihdam yaratmak, adil rekabet ve çalışma koşullarının altyapısını hazırlamak konusunda yetersiz. Türkiye’de işsizlik bir sistem sorunu.

Türkiye’de asgari ücret yoksulluk hatta açlık sınırının çok altında; çalışanların neredeyse yarısı (%41.8) asgari ücret alıyor. Bu oran Avrupa’da, Türkiye’den sonra asgari ücretle çalışanların sayısının en yüksek olduğu ikinci ülkeden (Slovenya %15.2) bile neredeyse 3 kat yüksek. Gelir dağılım bozukluğu ekonomik adaleti yok ediyor. 

İşgücüne katılım oranı %45’lerde olmasına rağmen OECD ülkeleri arasında en yüksek işsizlik oranlarından birisine sahibiz ve çalışma hayatında kadının adı yok.

15-29 yaş arası gençlerin neredeyse üçte birisi ne eğitimde ne de başka bir uğraşta! 

Bu yıkıcı soruna karşı Yazar’ın önerisi: Girişimci bir kuşak yetiştirmek için çok daha iyi bir eğitim sistemi kurulması… Ayrıca kadınların işgücüne katılımının önündeki engellerin kaldırılması ve planlı, kapsayıcı istihdam odaklı yeni bir toplumsal kalkınma planı geliştirilmesi.

2. Barınma: İnşaat Çok Ev Yok

Kötü yönetilen köyden kente göç ve plansız kentleşmenin yarattığı sonuç: Kentsiz kimlikler ve kimliksiz kentler! Yazar’ın bu tespiti, yani yanlış sosyal politikalar uygulanması ve sosyal refah devletinden uzaklaşma neticesinde, kentlerde kaybolan ve çaresiz kalan yurttaşların, toplumsal eşitsizliğin ve biçimsiz ve sağlıksız kentlerin sayısındaki artışın trajik bir ifadesi olmuş.

Ahbap-çavuş kapitalizminin en belirgin göstergesi rant ekonomisidir ve bundan en fazla karlı çıkanlar devlete ve yetkililere yakın insanlardır. 

Adaletin en fazla zedelendiği alanlardan biri bu sektördür. Yazar bunu şu cümlelerle açıklamış: Siz kurallara uydunuz, arkadaşınız uymadı. Arkadaşınız kurallara uymadığı için ödüllendirilir. Rant geliri haksız kazançtır; maalesef Türkiye’de çok olağan bir durum gibi algılanmaktadır. 

Yazar’ın alıntıladığı bir rapora göre; imara açılmaması gereken yerler (yeşil alan, ibadet yeri, yol gibi) imara açılmış, imar ve emsal artışında bazı kişilere ayrıcalıklar sağlanmış, orman alanları talan edilmiş, kaçak yapılara ve inşaatlara göz yumulmuş. Bunlar zaten her gün basında görülen olağan haberler… Netice barınma krizi, yüksek rantlar ve kamunun soyulması…

İnşaat sektöründe haksız  ve aşırı bir servet transferi yaşanıyor. Buna rağmen devlet yurttaşlarının temel barınma ihtiyacını karşılayamamış görünüyor.

Çözüm önerileri ise planlı kentleşme, rantın kamusal kaynaklara aktarımı, ek ve boş konut vergileri, konutun ana yatırım aracı olmaktan çıkarılması, konut pazarındaki arz ile talebin dengelenmesi ve dar ile orta gelirliler için çözüm üretilmesi.

3. Sağlık: Güzel Başlamış Bir Hikaye

Cumhuriyet sağlık alanında övünülecek büyük başarılara imza atmış.  Başarı planlama, eğitim, kamusal yaklaşım ve çalışanlara verilen yüksek itibardan kaynaklanıyor. Temel neden ise planlı sağlık yatırımları.

1960-2008 arasında (Eski Türkiye’de!!!) ortalama ömrün en fazla arttığı OECD ülkesi Türkiye olmuş. Türkiye’de ortalama ömür 25 yıl uzamış. 

Kişi başına sağlık çalışanı sayısında OECD ülkeleri arasında son sıradayız; sağlıkta en az harcama yapan ülkeyiz; her beş doktordan dördü hayatı boyunca en az bir kez şiddete maruz kalmış. Sonuç: Doktorlar gidiyor.

Fakat son yıllarda gerek özelleştirmeler ile gerekse şiddet ve itibarsızlaştırma kampanyası ile sağlık alanında ciddi gerilemeler kaydedilmiş. Bu alanda öneriler kamucu çerçevenin korunması, çalışanlara şiddete son ve iade-i itibar, sağlık ve bilim eğitimine yatırım (örneğin fen liseleri), sağlıkta bir sevk zinciri kurulması ve Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması.

4. Eğitim: 1 Numaralı Yapısal Reform

Eğitimin ülkenin bir numaralı yapısal sorunu olduğu tespitine katılmayacak çok az insan vardır herhalde. Sosyal adalet, kalkınma ve fırsat eşitliği açısından son derece önemli olan eğitim ve eğitim sistemi kapsamlı yapısal reformların yapılmasını bekliyor.

Geçmişte yapmış olduğumuz dünyaya örnek eğitim reformları var: Eğitim şurası, köy enstitüleri, fen liseleri, Anadolu liseleri, öğretmen okulları, elit üniversiteler. Maalesef bu reformların tümü yanlış politikalarla etkisiz hale getirilmiş. 

Eğitim seviyesi (25-64 yaşlarındaki bireylerin ortaokulu bitirme oranı %42; OECD ortalaması %79) ve PISA sonuçlarına baktığımızda eğitim karnemiz zayıflarla dolu. Yazar müdahale etmemiz gereken üç alan olduğundan söz ediyor: Eğitimin başladığı ev ortamı, öğretmen yetkinlikleri ve okul iklimi. 

Bu amaçla 7 somut adım atılmasını öneriyor: Veriye dayalı karar mekanizması (Her yeni atanan bakanın kafasına göre değiştiremeyeceği), okul çağına gelmeden çocukları kitaplarla tanıştırmak, her çocuğa ücretsiz okul öncesi eğitim fırsatı, öğrencilerin sağlıklı beslenme ihtiyacını da karşılayacak şekilde devlet okullarının yeniden yapılandırılması, öğretmen ve okul yöneticilerine daha fazla inisiyatif verilmesi, problem çözmeye (ezbere değil) dayalı sınav yaklaşımı.

En dikkate değer bir diğer öneri de bilim-teknoloji-tasarım hamlesi için iki aşamalı bir eğitim modeli: İlk aşamada tüm öğrencilere temel eğitimde iyi bir fen, matematik ve tasarım yani yaratıcılık becerisi kazandırmak; ikinci aşamada ise bu öğrencilerin arasından en iyi olanlara ileri derecede beceriler kazandırmak. Yani ikinci aşama, Fen Liselerine benzer elit liseler oluşturarak dünya ile rekabet edecek ileri seviyede bireyler yetiştirmek.

5. Çevre: Asfaltın Altında Kumsal Var

Çevre, ülkede en az önemsenen konuların başında geliyor. Ormanları korumuyor, çöple mücadele etmiyor, havayı kirletiyor ve onlarca termik santral yapmaya devam ediyoruz. Termik santrallerden dolayı her yıl binlerce insanımızı kaybediyoruz. 

Yazar çevre ile kalkınma arasındaki ilişkiyi yeniden tarif etmemiz, iklim değişikliğini önemsememiz gerektiğini vurguluyor; yeşil enerjiyi ülke için büyük bir fırsat olarak görüyor.

Güneşi ve rüzgarı bol olan Türkiye’yi yenilebilir enerji açısından liderlik yapabilecek bir ülke olarak gören Yazar; Türkiye’nin önünde çok önemli bir fırsat olduğunun altını çiziyor. Üstelik yaratacağı ek istihdamla ülkedeki işsizlik sorununa da bir çözüm sunduğunu ileri sürüyor. Haklı da… 

6. Toplumsal Güven: Karpuz Gibi Ortadan ikiye Ayrılmış Bir Ülke

Adaletle güven ikiz kardeş gibi… Toplumda adaletin sağlanmadığı bir ortamda, insanlar arasındaki güven zayıflayacak ve akabinde, duygusal bağlar kopacak ve toplumsal huzur tehlikeye girecektir.

Yazar, toplumsal güvenin zayıf olduğu ortamlarda farklılıkların ötekileştirme aracı olarak kullanılırken, güvenin yüksek olduğu toplumlarda ise farklılıkların zenginlik unsuru olduğuna işaret ediyor. Toplumsal güvenin inşasında siyasete ayrıştırıcı söylem yerine birleştirici söylemi öneriyor. Toplumsal güvenin inşasında hukukun, eğitimin ve hatta girişimciliğin rollerini vurguluyor.

7. Mutluluk ve Huzur: Ağzımızın Tadı Kaçtı

Türkiye son Dünya Mutluluk Endeksi sıralamasında 146 ülke arasında 112’nci sırada yer alıyor. En mutsuz kesim ise gençler. Yazar, ülkemizin öfkeli insanlar ülkesine dönüştüğünü söylüyor. Sosyal destek, özgürlük ve yolsuzluğun mutluluk seviyelerini en çok etkileyen hususlar olduğunu belirtiyor. Bunlar kadar olmasa da kişi başı milli gelir ve sağlıklı yaşam beklentisinin de mutluluk seviyelerini etkilediğini anlatıyor.

Kitap, çok sayıda veriye dayalı güçlü argümanlar sunarak okuyucuya yeni bir pencere açıyor.  Ekonomik refahın temelinin adalet ve özgürlükte yattığını verilerle çok net bir şekilde anlatıyor. Yazarın amacı bu öneriler çerçevesinde tartışma başlatmak ve bunu da başarmış görülüyor.

Tartışmaya biz de dahil olalım: 

  • Eğitim konusu ülke için en öncelikli problem ve kalkınma ile iç içe girmiş, birbirlerinden ayrı değerlendirelemeyecek alanlar. Yazar yapısal reform ihtiyacını ayrıntılı bir şekilde belirtmiş. Ayrıca köy okullarının (Sağlık ocakları ile) yeniden açılması ve köy enstitüleri eğitim programlarının günümüz ihtiyaçlarına uygun şekilde kısmen de olsa bu okullarda hayata geçirilmesi, tarım alanında ülkeye çok şey katabilir. Bu adım tersine göçü ve tarımsal devrimi tetikleyebilir. İncelediğimizde göçün başta gelen ana sebebinin köylerde sosyal hayatın bozulması, eğitim ve sağlık imkanlarına ulaşımın ortadan kalkması olduğu görülüyor. Aksi taktirde yakın gelecekte ulusu besleme ve gıda güvenliği konularında sıkıntılar yaşayacağımız açık.

  • Yeşil enerji ve çevre, üzerinde çok daha fazla çalışılması gereken konular.  Enerjide güneş ve rüzgarın, kaynak olarak çok stabil ve süreklilik arz eden kaynaklar olmadığına dair tartışmalar var. Hidrojen ve enerji depolama alanlarında çalışmalara yönelmek ve bu alanlarda da yatırım yapmak mantıklı bir yaklaşım olarak görülüyor. 

  • Türkiye’nin çevre konusunda en önemli sorunlarından biri zaten bol olmayan su kaynaklarının tükenmeye başlaması. Türkiye'de artan nüfusla birlikte kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı süratle düşüyor (2030’da 1.200 metreküpe, 2040’da 1.115 metreküpe, 2050’de 1.070 metreküpe) Bu rakamlar, Türkiye'nin su kıtlığı çeken bir ülke durumuna geleceğini gösteriyor. En son bu yılın Ağustos ayı içinde Amasya’da yaşanan su krizi, su kaynaklarımızın kıtlığına ve kuraklık tehlikesine işaret ediyor.

  • Güven, mutluluk ve huzur bir sorun değil, bir sonuç. Refah, özgürlük, sosyal adalet ve eğitim seviyesi yükseldikçe güven ortamı büyüyecek, mutluluk ve huzur artacaktır.  Sonuçta her eylemimizi mutlu ve huzurlu olmak için yapmıyor muyuz?

Veriler bize ülke olarak çok arzu edilir bir durumda olmadığımızı gösteriyor. Yaşadığımız sefaleti hak etmiyoruz. Yazarın söylediği gibi ancak sefalet yerine adaleti tercih eder ve bilimi rehber alırsak iyiye, güzele ve  hak ettiğimize ulaşabiliriz.

Bu kitabı bütün gençler okumalı ve politikacılara baskı yapmalı, gerektiğinde  onları hesap vermeye zorlamalı.

Güzel günler görmek dileğiyle hoşçakalın.

22 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page